Uzm. Ecz. Esin Akarsu ORUNÇ
Çölyak; genetik yatkınlığı olan kişilerde glütene maruz kalma sonucunda gelişen, kronik, immün aracılı bir ince bağırsak entereopatisi olarak bilinir. Temelde ince bağırsağı etkilemekte olup, her yaş grubunda da görülebilir. En yaygın belirtileri ishal, kabızlık, şişkinlik, gaz gibi sindirim sorunları olmakla birlikte kilo kaybı, demir eksikliği anemisi, depresyon, ciltte kaşıntı ve döküntü de olabilmektedir. GİS dışı bulgularda ise baş ağrısı, anksiyete, ataksi ve epilepsi gibi nörolojik bozukluklar seyredebilir. Birinci derece akrabalarında çölyak hastalığı bulunan bireyler çölyak hastalığının en yüksek riskli grubu iken tek yumurta ikizlerde çölyak hastalığına rastlanma olasılığı 10 kat kadar daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca demir eksikliği anemisi bulunanlar, osteoporoz hastaları, Tip 1 Diabetus Mellituslu yetişkinler ve özellikle infertilite sorunu olan kadınlar çölyak hastalığı açısından diğer bireylere oranla daha riskli gruplara girmekte.
Tedavisi var mı?
Çölyak hastalığında temel tedavi glütensiz diyet uygulaması olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda Glütensiz diyet uygulamasında besinlerin glüten miktarı açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Diyetin bir beslenme uzmanı tarafından kontrolünün sağlanması serolojik testlerin ve klinik bulguların normale dönüşünün gözlemlenmesi açısından önem taşımaktadır. Bu diyeti uygulayan hastalar buğday, arpa, çavdar ve yulaf ile bu ürünlerin türevlerinin tüketimini sonlandırmalıdırlar. Bu tarz beslenme düzeninin hastalarda kilo artışına ve obeziteye de sebebiyet verdiği bilindiğinden uzun dönemde sağlık sorunlarına neden olmaması için ilgili uzmanlarca hasta eğitiminin sağlanması gerekmektedir. Glütensiz beslenme programında glütenin alınmaması nedeniyle alınan karbonhidrat çeşitliliği de azalmaktadır. Bunun için, bu ürünlerin besin değerini artırmak amacıyla glütensiz ekmeklere kinoa ve keten tohumu eklenmekte, trans yağ asidi oranları düşürülmekte ve doymuş/doymamış yağ asidi oranları iyileştirilmeye çalışılmaktadır.

Testlerin önemi
Hastalıkla ilgili klinik bulguları var olan çölyak hastalığında tanı, bu hastalığa özel serolojik testler ve ince bağırsak biyopsisiyle konulmaktadır. Bu testlerde Ig A ve Ig G otoantikor düzeyine bakılmaktadır Hastalarda selektif Ig A eksikliği çok görüldüğünden yapılan testlerde mutlaka Ig A düzeyine bakılması gerekmektedir. Ig A eksikliği olanlarda Ig A antikorları negatif olacağından Ig G antikorlarının sonucuna da bakılmalıdır. Yapılan serolojik testlerde anti-Ttg düşük çıkan hastalarda anti-EMA bakılması önerilmektedir. Pozitif çıktığında biyopsi yapılmakta, negatif çıktığında klinik ve serolojik değerlendirilmeler tekrar edilerek karar verilmektedir.
Ayrıca; glutensiz beslenmeyle gerekli mikrobesin öğelerinin alınamamasına tedbiren hastaların yaş, cinsiyet gibi durumları da göz önünde tutularak demir takviyesini mutlaka alması gerekir. Magnezyum glütensiz ekmekte normal ekmekten daha az bulunmaktadır. Bu sebeple glütensiz ekmeklerin magnezyum ile zenginleştirilmesi önemlidir. Çölyak hastalığında D vitamini ve kalsiyum eksikliği de gözlenmektedir. Laktoz intoleransı sebebiyle yeterince alınamayan kalsiyum hastaların ilerleyen yaşlarda osteoporoz riskini arttırabilir. Bu nedenle erken tanı alan hastaların düzenli bir şekilde kemik yoğunlukları ölçülmeli. Yeni tanı alan çocuklarda 3 ay kadar ilk dönemde D vitamini, B12 vitamini, folik asit gibi vitamin ve minerallerin takibi yapılmalıdır. Çölyak tanısı alan hastaların %30’undan fazlasında kilo artışı ve %50’sinde de konstipasyon görüldüğü bilinir. Bu bağlamda, bu hastaların kilo kontrollerinin de düzenli bir şekilde yapılması önemlidir.
Eczacıların ilaç ve ilaç dışı ürünlerdeki gluten ile ilgili bilinçlendirme rolü
Tablet ve kapsül halinde ağızdan uygulanan farmasötik ürünlerin çoğu aktif terapotik maddelerle birlikte inaktif bileşenler de içermektedir. Bu inaktif bileşenlerden özellikle nişasta oldukça dikkat çekmektedir. Nişasta seyreltici, engelleyici ve parçalayıcı olarak farmasotik ürünlerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Buğday, çavdar ve harleyden elde edilen nişastalar glüten içerirken, patates ve mısırdan elde edilen nişastalar glüten içermemektedir. Farmasötik ürünlerde kullanılan tatlandırıcıları da glüten bakımından kontrol etmek önem arz etmektedir. Bulaşma olmayan bal, dekstroz, sükroz ve mısır şurubu sorunlu glüten açısından sorun teşkil etmemektedir. Hastaların farmasotik üründe glütene istemsiz olarak az da olsa maruz kalması bağırsak hasarına sebep olabilmektedir. Bu nedenle bu ürünlerin içerikleri hakkında hastalara eczacılar tarafından yapılan bilgilendirmeler hayati önem taşımaktadır.
Bu bağlamda; Çölyak hastalığına yönelik eczacılara gerek üniversiteler gerekse bağlı bulunan eczacı odaları kanalıyla meslek içi eğitimler verilmesini önemsiyorum. Nitekim;2023 yılında Doç. Dr. Miray Aslan ile yapmış olduğumuz EVALUATION OF KNOWLEDGE, ATTITUDES, AND PRACTICES OF COMMUNITY PHARMACISTS TOWARD CELIAC DISEASE adlı tez çalışmamızın sonucunda da Türkiye genelinde eczacıların çölyak hastalığının yönetiminde önemli bir rol oynadığı görülmüştür. Anket çalışmasında eczacı katılımcıların çölyak hastalığında danışmanlığa karşı olumlu bir tutuma sahip oldukları belirlenmiş, ancak bilgi ve uygulamadaki bazı eksiklikler farkedilmiştir. Bu sonuçla da Eczacılık fakültelerinin müfredatlarında Çölyak, fenilketonuri gibi nadir hastalıkların bulunmasının hem farkındalık hem de mezun olan öğrencilerin danışanlarına daha bilinçli yaklaşması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Eczacı danışmanlığında ailelere özellikle de annelere farkındalık çalışmalarının yürütülmesinin; hastalığın erken tanısında, ailelerin hangi kanallara başvurabileceğini bilmesi ve erken tedavide etkili olacağını düşünmekteyim. Bu tarz farkındalık çalışmalarına serbest eczacıların katılımı, eczacıların toplum sağlığı üzerindeki etkilerini arttıracaktır.