ORHAN YILDIZ
İLETİŞEBİLMEK ZORUNLULUKTUR
Bir şeylerin değişmesini istiyorsak öncelikle kendi davranışlarımızı gözden geçirmekle ve gelişim alanlarımızı tespit edip uygulamaya başlamak faydalı olacaktır.
Son yıllarda sağlık sektöründeki gelişim/değişim süreci, hepimizi geçmişten daha farklı düşünmeye ve davranmaya itti. Birçoğumuzda daha az reçete, daha fazla insan odaklı bir bakış açısı gelişmeye başladı.
Hasta/müşteri profillerinin belirlenmesi, bunların ışığında doğru ürün ve ürün gruplarının eczanelerimizde bulundurulması, doğru konumlandırma, kategori yönetimi, stok/gün analizi vb gibi geçmişte gündemimizde yer almayan birçok konu artık haklı olarak gündemimizde önemli bir yer edinmiş durumda.
Bununla birlikte üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri de iletişim olmalı. İşlerinizin planladığımız gibi gitmesi, özellikle eczacı-personel iletişiminin sağlıklı bir şekilde yapılandırılmış olmasıyla doğrudan ilişkili.
Hemen hepiniz, çalışanlarınızın her önemli anında yanlarında oldunuz. Askere gönderdiniz, gelin ettiniz, nikah şahitleri oldunuz, çocuklarını torunlarınız ya da yeğenleriniz gibi görüp onların da her şeyiyle yakından ilgilendiniz. Artık çalışanlarınızla aranızda geleneksel hale gelmiş olan bir “ebeveyn-çocuk” ilişkisi var. Bununla birlikte, üzerinde biraz düşündüğünüzde, ilk bakışta normalmiş gibi görünen bu durumun karşılıklı olarak suiistimale açık ve gelişime oldukça kapalı bir model olduğu konusunda sanırım benimle hem fikir olacaksınız. Tüm iş yerlerinde olduğu gibi, eczanelerde de işveren-çalışan ilişkileri, “yetişkin-yetişkin” platformuna sağlıklı bir şekilde oturtulduğunda, mesleki gelişime olan direnç düşecek ve hedeflenen noktalara birlikte yürünebilmesi olasılığı güçlenecektir.
Bilgi ve deneyimlerimizi paylaşabilmek, eğitici bir rol üstlenebilmek, birlikte çalıştığımız kişilere hem mesleki hem de felsefi olarak farklı değerler kazandırabilmek için öncelikle doğru bir iletişim-etkileşim modelimizin olması gerekir. Güvene dayalı bu modelin merkezinde bulunan bizler, çalışanlarımıza karşı açık ve önemseyen bir tavır sergilediğimizde, yani İki tarafın da hak ve ihtiyaç ve sorumlulukları olduğunu doğrudan, açıkça ifade ettiğimizde işin geri kalanı kendiliğinden halledilmiş olur. Çünkü şeffaf ve önemseyen bir yönetim modeli, çalışanların motivasyonları, aidiyetleri ve sorumluluk hisleri üzerinde doğrudan olumlu etki edecektir.
Bu açıklamayı okuyan hemen herkes, kendisinin de güvene dayalı bir yönetim tarzı olduğunu düşünecektir. Bu düşünceye sahip olanların da yaklaşık % 20’si bu fikirlerinde çok haklı olacaklar, çünkü öyleler. Yani çalışanlarına karşı çok açık bir tavır sergiliyorlar. Onları ve ihtiyaçlarını gerçekten önemsiyorlar ve kendilerininkiyle eş değer görüyorlar. Dahası bunu hissettiriyorlar.
Ancak ne yazık ki her beş kişiden dördümüz pasif, pasif-agresif ya da agresif iletişim modelini benimsemiş durumdayız. Yani ya farklı mecburiyetlerimiz nedeniyle edilgen bir yönetim sergiliyoruz, veya gizli ya da açık bir şekilde bulunduğumuz yerin tek hakiminin biz olduğumuzu, öncelikli olanın bizim istek ve ihtiyaçlarımız olduğunu belirtir bir davranış sergiliyoruz. Bu üç modelde de personelimizdeki öğrenme, gelişme, aidiyet ve motivasyon kavramları istenilenin çok altında kalıyor. Bunların bütünü de istenilen iş ortamına ve iş sonuçlarına ulaşmamamızı engelliyor ya da zorlaştırıyor.
Bir şeylerin değişmesini istiyorsak öncelikle kendi davranışlarımızı gözden geçirmekle ve gelişim alanlarımızı tespit edip uygulamaya başlamak faydalı olacaktır. İletişebilmek zordur. Ama işlerimizin ve dahası hayatımızın istediğimiz gibi şekillenebilmesi için aynı zamanda, İletişebilmek zorunluluktur.