Ecz. Veysel DEMİRCİ yazdı…
Yar kokusundan önce çay kokusu devadır canımıza* (Nazan Bekiroğlu)
AROMATERAPİ; ECZANELERİN KOKUSU ÇIKMASIN!
İnsanlığın kokularla ilişkisi insanlık tarihiyle eşzamanlı bir seyir göstermiştir. Her medeniyet kendinden önceki medeniyetten el almış yahut bir başka medeniyetten tecrübe aktarımı yapmıştır.
Kokuların kaynağı olan bitkiler açısından Büyük İskender’in Acem seferinin etkisi gözardı edilemez. Kendisi de kokulara düşkün olan İskender, acem topraklarından topladığı güzel kokulu bitki ve çiçek tohumlarını Atina’daki hocası Theophrastus’a yolluyor. Botaniğin Babası olarak bilinen Theophrastus da İskender’den gelenleri de dahil ettiği bir botanik bahçesiyle uğraşıyor. İçlerinde kokulu tanımlara da yer verdiği biri dokuz ciltlik diğeri iki ciltlik iki eserini, (De Causis Plantarum/Bitkiler Üzerine İncelemeler ve iki ciltlik De Historia Plantarum/Bitkilerin Tarihi Hakkında) kaleme alıyor..
Hem yağ formunda parfümlerin ve parfümlü bakım kremlerinin üretildiği, hem de kokulu bitkilerin muhtelif kumaşları kokulandırmak için kullanıldığı Roma, sıkı bir “koku medeniyeti” idi. O dönemde çamaşırların lavanta çiçekli suda bekletildiği ve yıkamak anlamına gelen ‘’lavare’’ kelimesinden bugünkü ‘’lavanta’’ isminin doğduğu söylenir.
Tek tanrılı dinlerin kokuyla ilişkisinin ilk örneğine “Tevrat”da rastlanmaktadır “Eski Ahit”in “Mısır’dan Çıkış” bölümünde ayrıntılı bir parfüm tarifi var:
“500 şekel mürrüsafi , 500 şekel tarçın, 250 şekel tatlı kamış, 500 şekel cassia’nın (cinnamomum cassia) zeytinyağında karıştırılması ve beklemesiyle” üretiliyormuş bu parfüm..
Sadece yüksek din adamlarınca imal edilen ve kullanılan bu yağ formundaki parfüme “mesh yağı” deniliyor. Ayrıca “mesh”, “silmek-ovmak” anlamında bir kelime ve kökeni İbranice “mişah” kelimesi.. Batı dillerindeki “masaj”ın da kökenini oluşturan mesh yağının sürüldüğü, kişiye de ‘’Mesih’’ deniyor.
Hazreti İsa’nın doğumunda hürmetlerini sunmak üzere ziyarete gelen “Üç Müneccim” yanlarında birer hediye getiriyor. Bu hediyelerden biri altın, diğeri Mürrüsafi (Mür/Myrrh), üçüncüsü ise günlük ağacı (Frankincense). O zamanlar altın değerinde olan bu iki kokulu hediyenin hala kiliselerde yakılan tütsülerde kullanıldığını düşünürsek, “kilise kokusu” olarak bildiğimiz bu koku en baştan beri Hristiyanlığın kurumsal kokusu niteliğindedir.
Son din olarak gelen İslam’ın temel kaynaklarında bahsi geçen misk, safran, öd ağacı ve kafur gibi pek çok kokulu materyal ise İslam’ın kokuyla olan ilişkisini vurgulamaktadır. Peygamber efendimiz, kendisine dünyamızdan sevdirilenler arasında güzel koku’yu da zikretmiştir.
Evliya Çelebi anılarında Amid’de (Diyarbakır) İpariye Camii’nin inşaatı sırasında minarenin harcına misk tozu karıştırıldığından bahsediyor. Koku moleküllerinin ısıyla yükselip hissedilir olduğunu düşünürsek, bu karıştırma sonucu gün doğumuyla beraber belirginleşen minare imgesiyle görme duyumuza, okunan ezanla işitme duyumuza, yükselen misk kokusuyla da koklama duyumuza uyarı gönderen, insanların ruhuna hitap eden çok bileşenli bir mesajın hedeflendiği görülüyor.
Ortaçağ Avrupa’sında kötü kokunun hastalık yaptığı inancı son derece yaygındır. Veba ve Kolera salgınlarının Avrupa’yı kırıp geçirdiği uzun yıllar boyunca tıp aleminin bu hastalıkların sebebi olarak kötü koku ve kötü havayı işaret ettiğini unutmamak gerek. Henüz bakteri ve mikropların bilinmediği bu dönemlerde “Miyazma Teorisi” olarak adlandırılan bu yaklaşım nedeniyle ismini havadan alan hastalık bile var: Bizim “sıtma” dediğimiz “malaria”, “mal” (kötü) ve “aria” (hava) kelimelerinin birlikteliğinden oluşuyor..
Bitkiler ile tedavi binlerce yıl öncesine kadar uzanmakta olup, bu konuyu belli bir coğrafya ile kısıtlandırmak doğru değildir. Dünyanın tüm farklı bölgelerinin aromatik bitkilerinin sağlık ile ilgili kullanımına dair bir geçmişi vardır. Önceki zamanlarda bu bitkilerin yakılmasından elde edilen duman ile hastalık ve diğer kötülüklerden korunmak istenilmiştir. Sonraları ise bu kokulu maddeler; hastalıklardan korumaktan ve bedeni güçlendirmeye, cilt güzelliğine ve hem de güzel kokmaya kadar geniş bir alanda yer bulmuşlardır.
Distilasyon ile uçucu yağların elde edilmesini 10. yüzyılda İranlıların keşfettiği söylenmektedir. Bununla birlikte insanoğlunun bugünden onbinlerce yıl öncesinde bile aromatik bitkilerden faydalandığı bilinmektedir. 1975’de arkeolojik bir kazı sırasında; Civanperçemi, Peygamber çiçeği, Üzüm sümbülü, Ebegümeci ve diğer bazı bitkiler Neandertal iskeletlerinin fosillerinin yanında bulunmuştur.
- yüzyıl ortalarına kadar İngiltere’de kekik, lavanta uçucu yağlarının hijyen sağlamak amacıyla hastanelerde kullanılmış olduğu kayıtlıdır.
Modern Aromaterapi’nin Doğuşu
Modern aromaterapinin temellerinin, bir kimyager olan Rene-Maurice Gattefossé, doktor Jean Valnet ve bir hemşire olan Marguerite Maury tarafından atıldığı söylenebilir.
Rene-Maurice Gattefossé, bir kimyagerdi ve 1881-1950 yılları arasında Fransa’da yaşamıştı. Yaşadığı bir deneyim üzerine yaralarının iyileşme hızından çok etkilenen Gattefossé, hayatını uçucu yağların araştırmalarına adar. Gattefossé aromaterapi ifadesini ilk kullanan kişidir. Uçucu yağların haricen uygulanmasından itibaren 30 dakikadan 12 saate kadar olan sürede tamamen emildiğini bulmuştur. Aromathérapie: Uçucu Yağlar-Bitkisel Hormonlar (Farklı doktorların vakaları detaylı olarak paylaşılmıştır) adlı eserini Fransa’da 1937’de yayınlamıştır.
Jean Valnet, 1920-1995 yılları arasında yaşamış bir askeri doktordur. Hayatının çoğunu aromaterapi ile ilgili araştırmalara adamıştır. Yayınladığı eserleri Aromathérapie ve The Practice of Aromatherapy adlı eserleri sayısız vaka çalışmaları ve referansları ile aromaterapinin bilimsel gelişimini hızlandırmışlardır.
Marguerite Maury (1895-1968) ise kişiye özel ilk uçucu yağ karışımlarını oluşturmuş, 1960’lardan itibaren İsveç Masaj yöntemlerini aromaterapiye sokmuştur. 1961’de Uçucu yağlar ve cilt üzerine yapmış olduğu araştırmaları yazdığı Le Capital Jeunesse ile iki kez uluslararası ödül kazanmıştır. Marguerite Maury, uçucu yağların kullanımını klinik kullanımlarına göre sınıflandırmıştır. Bunlar; Cerrahi, radyoloji, dermatoloji, jinekoloji, genel tıp, psikiyatri, spa tedavileri, fizyoterapi, spor ve kozmetik uygulamalardır.
Aromaterapi kavramının Türkiye’nin gündemine 2 binli yılların başlarında girmeye başladığı söylenebilir. Öncelikle aktarlarda boy göstermeye başlanan aromatik yağlar, süreç içinde sağlık sektörü dışındaki kişilerin faaliyetlerine bağlı olarak salt ticari bakış açısıyla alanını genişletmeye başladı. Devamında medyanın da ilgisini çekmeyi başaran aromaterapi ürünleri popüler bir alan olarak tv ekranlarında geniş bir yer edinmeyi başardı. Bu anlamda aromaterapinin ve yağların kalite ve nitelik açısından gelişim sağladığı söylenemez. Tam aksine masaj ve cilt bakımı alanına sıkıştırılmış bir aromaterapi algısı oluşturuldu.
Ne zaman ki sağlık ve bakın danışmanı niteliğine sahip olan eczacılar aromaterapiye ilgi duymaya başladılarsa, o zaman aromaterapide ve aromatik yağlarda kalite ve nitelik konusu önem arzetmeye başlandı. Aslında sağlığın hemen hemen her alanında söz sahibi olan bir tıbbi çözüm yöntemi olduğu farkedilmiş oldu.
Özekllikle son 4-5 yılda aromaterapiye akademik düzeyde ilgi duyan ve yetkinlik kazanan eczacı meslektaşlarımız görünür olmaya başladılar ve eğitimler, atölye çalışmaları, seminerler, kurslar hızla yaygınlaşmaya başladı.
Tam da bu noktada Ecz. Hülya Kayhan Eryılmaz’ın başlattığı Tıbbi Aromaterapi hareketinin Türkiye eczacılığında bir dönüm noktası olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Mesleki alanımızda gerçek bir başarı öyküsüne imza atmış olan meslektaşımızın Art De Huile markasıyla eczanelere sunduğu aromatik yağların bu alandaki kalite çıtasını oldukça yüksek bir çizgiye yükselttiğini de belirtmeliyim. Bu girişim sayesinde eczacıların mesleki tatmin ve eczacı kimliklerini ifade edebilecekleri bir alan keşfettiler, mesleki özgüvenleri arttı ve alternatif gelir kaynağı elde etmeye başlamış oldular. Gelinen bu süreçte eczacılarla birlikte doktorların da aromaterapi eğitimlerini bir uzman eczacıdan alıyor olmaları mesleğimizin gelişimi açısından önemli bir kilometre taşıdır.
Bununla birlikte Tıbbi aromaterapi konusuna katkı sağlayan tüm sektör uzmanlarının çabaları biz eczacılar için son derece değerli ve takdire şayandır.
Unutmayalım ki aromaterapi biz eczacıların bileğinin gücüyle elde ettikleri bir mesleki gelişim ve sağlık hizmet sunumu aracıdır. Bu kazanımlara her meslektaşımızın gözü gibi sahip çıkması gerekir diye düşünüyorum. Aromaterapi üzerinden kazanç sağlamayı değil hastalarımızın ve müşterilerimizin güvenini kazanmayı birinci öncelik olarak konumlandırmalıyız.
Dünyanın çivisi çıksa da eczanelerin kokusu çıkmasın.
*Nazan Bekiroğlu