Dr. Ecz. Metin UYAR yazdı…
Obeziteyle ilgili güncel gelişmeleri takip edebilmek için 28 Nisan-1 Mayıs tarihleri arasında 26. Avrupa Obezite Kongresine katıldım. İskoçya, Glasgow’da gerçekleştirilen kongrede obeziteye karşı yaklaşımın giderek değiştiğini gördüm. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü de dahil olmak üzere tüm sağlık otoriteleri artık obeziteyi kronik bir hastalık olarak kabul ediyor. Günümüzde 650 milyon yetişkin obeziteyle yaşadığı için uzmanlar konuya küresel bir salgın ile karşı karşıyalarmış gibi yaklaşıyor. Üstelik bu hastalık yapısı gereği oldukça karmaşık ve çok faktörlü… Nasıl mı? Bakın size bir örnek: “Boğazını tutmayı beceremiyor” diyerek suçladığınız obeziteli bir birey, araştırmalara göre obezitesini yüzde 50-60 oranında genlerine borçlu! Elbette genlerin dışında fizyolojik, çevresel ve psikolojik faktörler de obeziteye yol açabiliyor ancak etkileri oransal olarak çok daha düşük. Ancak ne yazık ki obeziteli bireylere yönelik damgalama, suçlama ve ayrıştırıcı tutumlar hız kesmeden devam ediyor. Kongrede obeziteli bireyler kendi yaşamlarından kesitler de anlatma şansına erişti. O sunumlarda ötekileştirmenin ne kadar acı boyutlara ulaşabileceğini üzülerek dinledim. Kongrede hikâyesini farklı ülkelerden gelen medya mensuplarıyla paylaşanlardan biri de Türkiye’den Kezban Akkurt’tu… Akkurt, gazeteci Yeşim Sert Karaaaslan’ın “Obeziteye Meydan Okuyanlar” kitabındaki kişilerden biri olarak yaşadıklarını anlattı. Yeşim Sert Karaaaslan da aynı oturumda farklı ülkelerden kongreyi takip etmek üzere kongreye gelen medya mensuplarına kitabını anlattı. Karaaslan’ın kitabının İngilizcesi “Challenging Obesity” oturuma katılanlara dağıtıldı. Kendi ülkemden kıymetli bir meslektaşımın hazırladığı kitabın, obeziteli bireyler için olumlu, başarılı ve örnek bir proje olarak sunulması, beni gerçekten çok gururlandırdı. İletişim uzmanları da Karaaslan’ı ve Akkurt’u dinledikten sonra projeden çok etkilendi ve projenin farklı ülkelerde de yapılmasının çok iyi sonuçlar doğuracağına yönelik yorumlarını paylaştı.
Yeni araştırma sonuçları
Sağlık Bakanlığı’nın paylaştığı son verilere göre Türkiye’de yaklaşık her üç yetişkinden biri obez, yaklaşık her üç kişiden biri ise fazla kilolu… Bu noktada obeziteyi doğru anlamak bizim için gerçekten çok önemli. Çünkü obezite birçok başka sağlık sorununa zemin hazırlayan, kişinin yaşam kalitesini düşüren ve sağlık harcamalarında artışa yol açan bir hastalık. Öyleyse hemen önlem almamız şart! Bunun için de yapılacaklar listemizin başına “Obeziteyle mücadele edenleri doğru anlama” hedefini yerleştirmeliyiz. Kongrede Prof. Dr. Ian Caterson’dan dinlediğim ACTION IO araştırmasının sonuçları bu noktada oldukça önemli veriler sunuyor. Bu, obez bireylerin ve sağlık uzmanlarının obezitenin etkili şekilde bakımına dair algı, tutum ve davranışlarını ve karşılaştıkları olası engelleri belirlemek amacıyla yapılan bir araştırma… Araştırmaya göre; obez kişilerin yüzde 81’i, kilo vermenin yalnızca kendilerinin sorumluluğunda olduğuna inanıyor. Obez bireylerin yalnızca yüzde 51’i, son beş yılda, ancak kiloyla ilgili zorluklar başladıktan sonra ortalama altı yıllık önemli bir gecikmeden sonra, kilo durumunu sağlık uzmanıyla konuşmuş. Bu oranlar toplumun ve hatta sağlık mesleği mensuplarının obez bireylere yaklaşımının da bir sonucu olabilir. Yine aynı araştırmaya göre; sağlık uzmanlarının yüzde 71’i, obez kişilerin kilo vermeyi umursamadığına inanıyor. Oysaki obez bireylerin yalnızca yüzde 7’si, umursamadığını söylüyor. Sağlık uzmanlarının yüzde 68’i, obez bireylerin kilo verme motivasyonu olmadığına inanıyor. Oysa obez bireylerin sadece yüzde 20’si kilo verme motivasyonuna sahip olmadığını söylüyor. Obez bireylerin yüzde 81’i, kilo vermek için geçmişte en az bir kez ciddi çaba gösterdiğini belirtmesi de bir önceki veriyi destekliyor. Ancak bu noktada da sağlık uzmanlarının önyargıları devrede! Sağlık uzmanları, obez bireylerin yüzde 35’inin bu çabayı gösterdiğini bildiriyor.
Obezite uzmanları olmalı
Araştırmanın elbette daha birçok verisi var. Ancak şimdiye kadar yazdıklarım bile gösteriyor ki; obez bireyler kilo vermek konusunda motivasyona sahip ancak doğru yönlendirme ve takip olmadığı için kilo verme denemeleri başarısız oluyor. Bu nedenle artık hastalık olarak tanımlanan obezite alanında uzman doktorlara ihtiyacımız var. Onlar hastaları suçlamak yerine yönlendirmeli, motive etmeli ve takip etmeli… Unutmayalım ki; obez kişilerde sürdürülebilir bir yüzde 5-10 oranında kilo kaybıyla kan şekerinde ve kan basıncında düzelme, tip 2 diyabet, obstrüktif uyku apnesi riskinin azalması, lipid profili ile sağlıkla bağlantılı yaşam kalitesinin iyileşmesi dahil, sağlık açısından önemli yararlar elde edilebiliyor. Bu yararların obez bireylerin sağlıklarına ve yaşam kalitesine katkıları olduğu gibi sağlık harcamalarının azalmasına yol açarak, ülke ekonomisine de katkısı olacak. Son olarak; içinde yaşadığımız toplumun bireyleri olarak, özellikle de sağlık mesleği mensupları arasında yer alıyorsak; artık obezitenin bir hastalık olduğunu içselleştirmemiz gerektiğini vurgulamak istiyorum. Aksi takdirde obezite, onunla mücadele eden bireyin bir suçu gibi görülmeye devam edecek. Bu da bugün olduğu gibi gelecekte de çok üzücü sonuçları olan bir ötekileştirmeyi beraberinde getirecek. Hiçbirimiz bunu istemeyiz değil mi? Kongrenin sloganıyla da yazımı sonlandırmak istiyorum: Her şeyden önce insanım!