Ecz. Berat BERAN yazdı…
Mesleğimin beşinci yılında artık deneyimli bir eczacıydım. Müşterim içeriye girdiği andan itibaren onun kafasından nelerin geçtiğini anlıyordum. Ulu Cami civarında uzun müddet yaşamadıktan sonra bu insanları anlamak mümkün değildi. Bazen müşterinin iyiliği için yapmış olduğun bir hareket, ömrü billah sana küsmesine neden olabiliyordu. Gerçekten çok hassas ve temkinli olmak lazımdı. Geçen beş yıl içinde gerek parti çalışmalarında, gerekse eczanede çok şey öğrendim. 1980 yılında Diyarbakır’dan ayrıldım. Diyarbakır’da edindiğim ve öğrendiğim hayat felsefesi yaşamımda bana hep kılavuzluk etmiştir. Diyarbakır’a eczacı olarak dönerken bir üniversite bitirmiştim. Tekrar İstanbul’a dönüşümde ise iki üniversite bitirmiştim ve benim için asıl önemli olan hayat üniversitesiydi…
Hacı Hanım
Ancak geçinebilecek geliri olan zavallı halkımızın sağlık giderlerine ayıracak bir bütçesi maalesef yoktu. Sağlık sorunu olduğu zaman ancak günlük nafakasından keserek tedavi oluyorlardı. Ayakta geçirilecek hastalıklarda zaten doktora gitmez, ilaç kullanmazlardı. Hastalıkları ilerlemiş bir safhaya geldiğinde ve ancak dayanılmaz acılar içinde olduklarında doktora giderlerdi. İlk tedavi merkezleri şeyhlerdi. Onlara ulaşamıyorsa hacı hocalara giderlerdi. Kırık çıkık için muhakkak her bölgede birileri bulunurdu. Kocakarı ilaçları yapanlar bir doktordan daha itibarlıydılar. Mardin Kapısı’nda, ismini hatırlamıyorum, bir Hacı Hanım vardı ve kapısında uzun kuyruklar oluşurdu. Bu Hacı Hanım, işi o kadar ileriye götürmüştü ki reçete bile yazıyordu. İnanmazsınız ama birçok ilaç firmasının tıbbi mümessilleri ilaçlarını yazdırmak için bu Hacı Hanım’a “Doktor” gibi davranırlardı.
Ahaliyi iyi tanıyordum
Enfeksiyon kaplamış yaralar görürdüm. Bu yaraların üstünde hiçbir şeye benzetemediğim tuhaf şeyler bulunurdu. Bu acayip şeylerin ne olduğunu sorduğumda, “Önemli bi şey değil begım kül koyduk yarasına.” derlerdi. Bir kısım yaralara da silahlarını yağladıkları gres yağı sürerlerdi. Bu yaraların sarılmasında pamuk, sargı bezi asla kullanılmazdı. Nörolojik ve psikolojik tedaviler kesinlikle şeyhler tarafından yapılırdı. Bu tedaviyi herkes yapamazdı. Ancak dergâhında yatılı kalacak yeri olan ünlü şeyhler cevap verebilirdi bu hastalara, tıpkı yataklı devlet hastaneleri gibi. Şeyh’in, ya ani bir tokadı ya da karanlık bir odada bağlı tutularak bir nevi şok etkisi yapan uygulamaları belirgin tedavi yöntemleriydi. Hastanız rahat oldu mu diye sorduğunuzda, “Şeyh’imiz hastamızı rahat etmişti ama kötü cinler mani oldu.” derlerdi. Artık ahaliyi iyi tanıyordum ve bu nedenle fazla üstlerine gitmiyordum. Çünkü ısrarım ve üstelemem onların kaybını beraberinde getirebilirdi. Hastalar için makul bir öneri getirdiğimde para kazanma niyetinde olduğumu düşünür ve bunu bir vesile ile belli ederlerdi. Hastalardan beni tanıyanlar doğrudan bana gelip ilaç istiyorsa, demek ki ciddi bir olay var demekti. Bu ne olabilirdi? Ya karısı için bir şey, ya cinsel gücü arttırıcı hap ya da hemoroit ilacı istiyor.
“Bahan bi oksijen verisen?”
Çok kalabalık bir gün içeriye giren tanıdık bir köylü müşterimiz hemen Kalfa Mehmet’in yanına sokuldu. Mehmet çok meşgul olduğundan işaret ederek gelmemi söyledi. Müşterimizin Mehmet’e gitmesi önemli ve acil bir durumun olmadığının işaretiydi. Gayet rahat ve sakin bir şekilde yanıma gelip hoş beş ettikten sonra, “Berat Beg, bahan bi oksijen verisen?” dedi. Bu müşterimin benden hastalığını söylemeden doğrudan ilacını istemesi ve oksijenin ne olduğunu bilmesi beni düşündürdü. Muhakkak askerlikte sıhhiye olan bir köylüsü kendisine söylemişti. Ayrıca antiseptik bir madde ile yaranın temizlenmesi beni mutlu etmişti. Öte yandan demek ki bir yara durumu vardı ve önemli bir yaraydı ki oksijen alıyordu. Bütün bunlar beni cesaretlendirdi ve oksijenin yara temizliğinde tek başına bir şey yapamayacağını, yaranın temiz kalması için mutlaka gazlı sargı bezi kullanmasını anlattım. Müşterim beni can kulağıyla dinliyordu, mutluydum. Benim köylüm de artık hijyenin ne demek olduğunu öğrenmişti. Daha da ileri giderek şayet önemli bir şey varsa antibiyotik kullanmasının şart olduğunu söyledim. Benim heyecanlandığımı görünce gayet sakin bir şekilde alt dudağını üst dudağına doğru yavaşça getirerek başını iki yana doğru salladı. Bu hareket hastanın benim abarttığım kadar kötü durumda olmadığını anlatıyordu. Konunun uzayacağını tahmin ettiği için konuşmasını Kürtçeye çevirdi ve benim de sakinleşmem için, “Na lo! Tiştkî tûneye! (Yok ya bir şey yoktur!)” dedi. Bu sözlerden tatmin olmamıştım. Yaranın önemli olmasa da ne olduğunu ısrarla sordum. Müşterim o kadar sakin hareket ediyordu ki başparmağıyla kalbimin üstüne işaret etti ve “Welle tiştkî tûneye. Gûllek le ketiyefeqet derketiye, çûye. Ne di hundur de ye. (Vallahi bir şey yok. Kurşun girmiş fakat çıkmış gitmiş, içeride değil.)” dedi. Hemşerim, yalnız oksijenini aldı ve gitti. İki üç hafta sonra kurşun yemiş akrabasıyla geldi. Hakikaten adamın önemli bir şeyi yoktu.
XXX
KAYBOLAN ŞEHİR
Ben Diyarbekir’dim.
Cin Ali Bahçesi’nde can erüği,
Pelivan Bahçesi’nde karahübür,
Kereçiler Hanı’nda kum malı şeftali,
Enzele’de hamravat suyu,
Çay önünde deve yükü karpuzdum.
Zalım oğlu zalımlar kestiler… Biçtiler…
Yerle yeksan ettiler beni… Hem de heç acımadan
Yetmedi!
Demirci ustası Dikrani,
Terzi Ohannes’i beraber götürdüler.
Acaba şimdi nerdedirler?
Nerede Hevşumuzda kiracı olan Türk zabıtlar.
Hani yemeklerine zeytinyağı koyidilar.
Ayıptır söylemesi etsiz yemek yapidilar.
Hatırlisan?
Eyşo nenenin kızını belinde aparmıştı hastahanaya,
Az daha yolda doğacaktı zavallı.
Zabıtın adını koydular doğan çocuğa… EROL
Sonra kirve ettiler zabıt efendiyi küçük EROL’a
Hısım, akraba oldular,
Ya tayinleri çıkan polisler,
Giderken çoluk çocuk ağlidilar.
“Biz sizleri böyle bilmezdik,
Gelirken korkudan, giderken üzüntüden ağlıyoruz.” diyidiler.
Şimdi Allah bilir nerededirler?
Bağlarım, bahçalarım, haçolarım gibi,
Diyarbekir gibi yok oldular.
Beni de Şemsiler’e gömdiler,
Ben şimdi Nahit taşların altında yatıyam.
Kimse bilmez ama Mıgırdıç’a söyleyin.
Şeyhmuz Diken’e söyleyin.
Recep Acay’a söyleyin.
Bir de o Berat Beran’a söyleyin.
Beni bele yazsın.
Ecz. Berat BERAN