Beyin ile bağırsak arasındaki ilişki ve mikrobiyota konusunda çalışmalar yürüten Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalından Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Medimagazin’e yaptığı açıklamada, “Mikrobiyota ilginç bir konu ve vücudumuzun yeni bir organı olarak tanımlanıyor. Vücudumuzun değişik yerlerinde; derimizde, bağırsağımızda 100 trilyondan fazla mikrop var. Bağırsağın içindeki mikropların bir kısmı yararlı iken bir kısmı vücudumuza zarar verebiliyor. Bu mikropların sayısının artması veya azalması vücut fonksiyonunu etkiliyor” dedi.
Mikrobiyotanız hastalık riskinizi gösterebilir
Mikrobiyota konusunda Avrupa ile işbirliği içerisinde çalışmaya başladıklarını belirten Prof. Dr. Yıldız, “Mikrobiyota ile ilgili literatürde çok ilginç veriler var. Örneğin; bağırsağınızdaki bir mikrobun artması sonrası, o mikrobun salgıladığı bir maddenin dolaşımınıza geçmesi, ve sonrasında beyninizdeki iştah merkeziyle etkileşmesi sizin ne kadar yediğinizi, ne kadar kilo alacağınızı ya da diyabet riskinizi belirleyebilir.” açıklamasında bulundu. Hayvan modeli çalışmalarında çeşitli hastalıkların bağırsaktaki florada yerleşmiş mikroplarla ilişkisi olduğunun gösterildiği bilgisini veren Prof. Dr. Yıldız, insan çalışmalarında ise mikrobiyota değişiklikleri ile hastalık ilişkisine dair erken veriler olduğunu ancak hayvan çalışmalarında yer alan neden-sonuç ilişkisinin henüz insanlarda net olarak gösterilemediğini belirtti.
“Başlattığımız projeler var”
Yıldız, “Mikrobiyotayla ilgili bizim de başlattığımız bazı projelerimiz var; öncelikle mikrobiyota ve kadın metabolik sendromu ilişkisi üzerinde duruyoruz. Mikrobiyota değişiklikleri obezite ve diyabet gibi metabolik hastalıklara neden oluyor mu? Bağırsaktaki mikropların kompozisyonunu değiştirerek diyabeti ya da obeziteyi önleyebilir miyiz? Şu an için literatürde bu sorulara kesin cevap verebileceğimiz insan verisi yok, ancak bilim dünyası çoğu hastalığın gelişiminde mikrobiyotanın rolü olabileceğini düşünüyor” dedi. Kardiyovasküler hastalıklar, obezite ve diyabetin mikrobiyota ile ilişkili olduğuna dair çalışmalar bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Yıldız, bu konuda en çok veri bulunan hastalıkların ise başta irritabl bağırsak sendromu ve inflamatuar bağırsak hastalığı olmak üzere gastrointestinal hastalıklar olduğunu aktardı.
“Henüz bilimsel kanıta dayalı bir veri yok”
Mikrobiyota konusundaki çalışmaların bilim insanları açısından heyecan verici olduğunun altını çizen Prof. Dr. Yıldız, mikrobiyotaya yönelik kullanılan probiyotik ve prebiyotikler ile ilgili ise hayvan çalışmalarında değişik hastalıklar üzerinde olumlu etki gösterildiğini ancak insanlardaki verilerin çelişkili olduğunu ve henüz bilimsel kanıt düzeyi yüksek insan verisinin olmadığına dikkat çekti.
“Mikrobiyota yavaş yavaş açılmaya başlanan bir kutu”
Mikrobiyotanın yavaş yavaş açılmaya başlanan bir kutu olduğunu söyleyen Yıldız, “Mikrobiyotanız aynı gün içinde farklı bir diyete geçtiğinizde bile değişebiliyor. Herhangi bir zamanda kullanılan antibiyotikler mikrobiyotayı etkiliyor. Ayrıca insan verilerinin hemen tamamı Kuzey Amerika ve Avrupa’dan geliyor. Asya, Afrika ve Güney Amerika ile ilgili veri neredeyse yok diyebiliriz. Oysa barsak florası ülkelere göre de değişiyor ve şu anda Türkiye’nin florasını bilmiyoruz” dedi. Amerika Birleşik Devletleri’nde “İnsan Genom Projesi”nden sonra şimdi de “İnsan Mikrobiyom Projesi”nin başladığını, projenin mikrobiyotanın insan sağlığı ve hastalıklar üzerinde etkisinin en kapsamlı şekilde değerlendirilmesini amaçladığı bilgisini veren Prof. Dr. Yıldız, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu projede insanlar çocukluktan itibaren belirli aralıklarla takip edilecek ve alınan örnekler ile hastalık geliştiren ve geliştirmeyenler arasında gerçekten mikrobiyota farklılığı olup olmadığı uzun süreli çalışmalarla gösterilecek. Projenin sonuçları bağırsak mikrobiyotasını değiştiren prebiyotik ve probiyotik kullanımı dahil değişik yaklaşımların hastalıkları önleme ya da tedavi etme açısından potansiyel rollerini belirleyici olabilir. Bugün için kanıta dayalı tıp açısından baktığımızda, prebiyotik ve probiyotiklerin diyabet ve obezite gibi metabolik hastalıkların standart yönetimi ve tedavisinde yer almadığını söyleyebiliriz. Küçük bazı insan çalışmalarında fayda olabileceğine dair ön veriler var, ama bunun esas yanıtını verecek olan büyük ölçekli çalışmalardır.”
“Kompleks bir soru için basit yanıta gidilmemeli”
Şu an için mevcut verilerle kesin bir sonuca varmak için çok erken olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yıldız, ‘Bizim tedavilerimiz yetersizmiş, bağırsaktaki mikroplara müdahale edersek bu hastalıklar çözülür,’ demek doğru olmaz. Kompleks bir soru için basit yanıta gidilmemeli. Ancak mikrobiyotanın vücut ile sağlık ve hastalık durumunda ilişkisinin mekanizmalarının daha iyi anlaşılması önümüzdeki yıllarda mikrobiyota üzerinden hastalıkların önlenmesi ya da tedavi edilmesinde bireyselleştirilmiş yeni stratejilerin geliştirilmesine olanak sağlayabilir.”